Kayıtlar

îki ters bir düz

Düğün günüm hayatımın en mutlu günüydü belki. Rüya gibi bir düğün olmuştu. Salon, yemekler, çiçekler, hatta o dönemin ünlü sanatçılarından biri bile sahne almıştı düğünümüzde. Planlama için işin uzmanlarıyla çalışılmış, bana onlarca kıyafetin arasından istediklerimi seçmekten başka bir iş kalmamıştı. Şimdi ki gençler olsa bundan rahatsız olup, benim istediğim gibi olsun derler muhtemelen ama ben çok iyi biliyordum ki bu kadar büyük bir aileye gelin olmanın sorumlulukları vardı ve ona göre davranmalıydım. Bu sebeple her şeye başkalarının karar vermesi beni hiç rahatsız etmedi, aksine keyif aldım. Nüfuslu bir ailenin, yüksek mühendis oğluyla evleniyordum ve bu gibi hikayelerde olanın aksine kocamı seviyordum. Uzun boylu, yakışıklı, güler yüzlü, saygılı, merhametli, yaptığı işi en iyi şekilde yapan ve etrafı tarafından saygı duyulan bir adamdı. Ailesi benim ailemin seviyesinin çok üstünde olmasına rağmen beni kendilerine layık görmüşlerdi ve istemişlerdi; bizimkiler de ağızları kulakların...

Boşluk

Uyku tutmadı. Kaç zamandır bu uyku tutmayan geceler ne kadar da çoğalmaya başladı. İçimde bir huzursuzluk var. Öyle kötü şeyler olacağına dair değil, hiç! Tavana bakarak bir sürü şey düşünmeye başlıyor, hiçbirinin sonunu getiremiyorum. Sonra her şeyin düzeleceğine dair umutlarımı enkaz altından çıkarıp derin bir nefesle ciğerlerimi doldurduğum bir gece. Bazen kendi nefesimden çalıyormuşum gibi geliyor. Derin bir nefes alıyorum ama içime değmiyor. Hani hava içine girdiği şeyin şeklini alırdı, neden bana yetmeyen soluklar var? Dışarıda yağmur var. Günlerdir dışarı adım atmamıza izin vermeyen sıcakların hakkından geldi. Bir de dolunay. Bazen bu boktan dünyanın bu kadar süslü olmasını anlamıyorum. Pekala kapkara bir gökyüzü olabilirdi ama yok, illa süsleyecek her yeri Tanrı. Zorla gittiğin, olması gerekenin iki katı çalıştığın şirketin çalışanlarına iki kutu pizza ısmarlamaya benzer bir şey. Neyse, iki kutu pizza, hiç pizzadan iyidir. Bu akşam her şey ters gidiyor. Aç kaldım, evde yiyecek ...

Başkasının hikayesi

Bazen bir film izlersiniz, bir kitap okursunuz; yazarlar ve yönetmenler o kadar iyi iş çıkarmıştır ki kendinizi hikayeyle bütünleşmiş hissedersiniz. Onların acıları sizin içinizi ağrıtır. Bazen onların hikayelerine kendinizi koyar, bazen sadece onlar için üzülürsünüz. Onlar için ağlar, onların yerine ağlarsınız. Ben bir film içinde değildim ama bazen onlar için, bazen onların yerine ağladığım bir hikayeye şahit oldum. Daha fazlasını yaşadılar, bu kadarını anlatabildim. Bu hikayede şehirlerin, mekanların, hatta üçüncü kişilerin bir önemi yok. Önemli olan sadece iki kişi var: Çınar Yıldırım ve Selma Kahraman. Selma ve ailesi uzun yıllar bizim mahallede yaşardı. Ondan yaşça çok büyük değildim ama çocukluğunu bilirim. Tek başınayken kedi gibi ama suç ortağı Ensar ile beraberken küçük bir şeytana dönüşen bir kız çocuğuydu. Ensar yokken onu ağlatmak dünyanın en kolay şeyi olurdu ama Ensar'la beraberken hiç yanımıza uğramaz, iki haylaz, dünyada sadece ikisi varmış gibi başka kimseyi arala...

Sıġıntı

Bazen kendime bu dünyada bir yer bulmakta zorluk çekiyorum. Nereye gitsem sığıntıymış gibi hissediyorum. Sanki var olmam hiç söz konusu değilmiş de, araya karışmışım gibi. Hani resim çektirirken bazen ellerinizi nereye koyacağınızı bilemezsiniz ya, fazla gelir elleriniz, işte öyle. Kendimi var edemiyorum. Tanrı'nın benimle ne kastettiğini bulamıyorum. Geçenlerde birisi, her fotoğrafta farklı çıkmışsın, makyajdan mı böyle diye sordu. Evet dedim ama aslında bu doğru değil. Gerçekten de bazen yüzüm bile bir kimlik bulamamış gibi oluyor. Birinde dokunsan ağlayacak bir kız, bazen sinsi bir pislik, başka zaman haylaz biri, bazen inanılmaz çirkin, bazen güzel bir kadın ama hepsi farklı kişi gibi. Rüyalarımda bile kendimi asla tek bir halde göremiyorum. Çocukluğumdan beri böyle. Galiba hep bu dünyaya yanlışlıkla gelmiş gibiydim. Bir tık kırgınım. Bu kadar yalnız, bu kadar bir başıma bırakılmaktan dolayı kırıldım. Hayatımda bir kere, görüştüğüm birini ailemle tanıştırmıştım. Aslında sadece ...

Bir aşk, iki hayat, çok hüzün

Dünyanın en sıradan yaz aylarının birinde, dünyanın en sıradan akşamında, alelade bir kafede dünyanın en sıradışı kadınını gördüm. Bunun için bir hazırlığım yoktu. O gün evden çıkarken, bu dünyada yaşamayı hak eden birkaç şeyden birine rastlayabileceğimi hayal etmemiştim. Sıradan bir akşam olsun istiyordum. Evimin iki alt sokağındaki kafenin terasında, ufukta deniz manzarasına karşı bir kahve içerim bir de kitap okurum diyordum. Ama işte hayat böyledir. Sürpriz yapmayı sever. Hiç beklenmedik anlarda köşe başlarından çıkıverir karşına. Aslında sadece zihnim değil, gönlüm de bir sızlamaya hazır değildi. Olurverdi işte. Kahvemi aldım. Her zamankinden biraz daha erken bir saatte, elimde kitabımla, terastaki kırmızı koltukta yerimi almaktı hedefim.  Bulutlar her zamankinden daha güzeldi sanki. Tanrı'ya bulutları yaratmayı düşündüğü için teşekkür ederim.  Kafede pek kimse yoktu. Sadece ön masada bir kadın oturuyordu. Aslında benim planım onu görmezden gelmekti ama o beni o kadar iyi...

Kırk yıllık hatır

Ben 4 yaşındayken annem öldü. Sessiz bir ölüm oldu. Öylece kalbi durdu bir gün. Sebebi aldığı ilaçlar dediler ama ben inanmadım. Bence sebebi bir türlü üstesinden gelemediği üzüntüydü. Ben tek çocuğum ama benden önce ve sonra toplam 6 bebeğini toprağa verdi annem. Babam gamsız adamın teki. Öylesine alışmış ki her çocuğunun ölmesine, köyden toplu mezar almış. Ben doğunca bana da yer kazdırmış. Ben ölmedim ama mezarım var, boyu ölen umutlarıma küçük. Annem bana doğum yapacakken, sancısı tutmuş hastaneye götürmüşler. Doktor bugün doğmaz demiş eve göndermiş. İki saat sonra evde doğmuşum. Herkes ölür diye beklerken açlıktan ortalığı inletince tamam demişler, yaşıyor. Ama yine de çok umut bağlamak istememişler. Sağa sola çarptığımda, kaybolduğumda falan hiç öyle büyük olay yapmazlardı. Sağ salim bulduklarında şaşırırlardı. Aslında tam tersi olmasını beklersin ama onları suçlayamam. İnsan hep en çok acıtan yerinden tekrar tekrar yaralanınca tekrar incinmeyi göze alamıyor. Neyse. Zaten küçücük...

Hasan’a veda

Ben, kendi hayatında bile baş rol olamayan birine aşık oldum.  Ben küçükken, boyum, yaşım, en sevdiğim film, en sevdiğim oyun, en büyük sorunum, en hüzünlü hikayem çok başkayken hayalet bir çocuğa aşık oldum. Adı Hasan. Hasan ancak yaz tatillerinde memelekete gittiğim zamanlarda görebildiğim, evleri babannemlerin evine yakın, sessiz, yanında konuştuğu insan sayısı muhtemelen 8 falan olan, sarışın, yanakları çilli bi çocuktu.  O kadar sessizdi ki onun varlığını farketmeniz haftalar sürebilir, gerçekte böyle biri var mı yoksa bu benim hayali arkadaşım mı diye şüpheye düşebilirdiniz. Hasan'ın benim hayatımda hayalet olmaktan çıkıp gerçek dünyada boy göstermesi utanç verici bir olayla oldu.  Yaklaşık 6 yaşında kocaman küçük bir çocukken, babannem benim "artık kendim banyo yapabilirim" nidalarıma aldırmadan beni yaka paça banyoya soktu. Hızlıca üstümü çıkardı ama bu işlem sırasında yaşanan arbededen dolayı kapıyı kapamamıştı bile. Bağrış çağrış bütün kıyafetlerimin üstümden çı...

Budala

Yeryüzü henüz daha küçük bir çocukken, kızıl taşlarla süslüyken, budalanın biri tanrıya savaş açtı. Kazanacağından ümidi yoktu, ama boyun eğmekte fıtratında yoktu. Fakat tanrı güçlüydü, kızıl taşları ve budalayı yaratandı. Bu yüzden budala, etleri kemiklerinden ayrılıp, kızıl toprağa düşene kadar savaşsa da yenildi. Budalanın ömründe bu savaş yüzyıllar sürdü. Tanrının ömründe saniyeden az. Yorgun düşüp, vazgeçmek istediği çok zamanlar oldu. Başaramayacığını o da biliyordu fakat yenilene kadar devam etti. Etmek zorundaydı. Sonra aklına bir fikir geldi. Tanrıyı yenemezdi belki ama onunla antlaşma yapabilirdi. Tanrıdan özür dilemeliydi ve yaptığı haksızlıkları dile getirmemeliydi. Fakat tanrı her şeyi bilendi. Onun içindekini de bildi. Budala tanrıya teklifini sundu. Antlaşma istedi. Tanrı buna güldü. Hem de sinirlendi. O kim oluyordu ki kendini tanrıyla aynı kefeye koyuyordu? Tanrı isteseydi ona ölümsüzlük verir de sonsuza kadar işkence çektirirdi. Tanrı isteseydi onu öyle bir yerle bir ...

Hangi evrende sevdin beni?

Kaç ömür eskittim bir tek kendiminkinde? Kaç kişilik sevdim seni?  Bi ömrümde bi çaycıydım, sen patronun kızı.O kadar özgür, o kadar engin, o kadar hayatın bi parçasıydın ki, karışsan yağmurlara sanki yağardın insanlarin üstüne rahmet olarak. Öyle çok sevmiştim ki seni, en büyük dileğim bi kerecik beni görmendi. Öyle üstün körü değil de, taa gözlerime bakman. Ama Hiç görmedin.  Bi ömrümde hayta bi taksiciydim. Sen terzi çırağı. Hep sizin terzihanenin önünde beklerdim, ne olur, ne olur bi kere bak bana, beni gör. Etrafında ateş başında dönen pervaneler gibi oldum da bi kere bana ben gibi bakmadın. Ve bi keresinde kendi icinde kaybolmuştun, yürürken hiç ses çıkarmadın, toz yapmadın, seni bulamadim.  Bi ömrümde koskoca müdür oldum. Çok zengindim, çok kültürlü, okumuş iyi aile cocuğu. Yine olmadı. O zaman sen isçi bi adama aşıktın. Bi keresinde ikimizde anarşist olduk. Ölümüne halkların kardeşliğini savunduk, kan emicilerin masumları sömürmelerine karşıydık, hapishaneler bebe...

Yasamak

Herkes ne kadar üzgün ve yorgun. Kucucuk okul ama herkesin icinde kocaman firtinalar.  Bi kadini gordum, elinde telefon kuytu bi kose bulmus, kocasina dert anlatmaya calisiyor. Gunlerdir de boyle, bi turlu kapatamadiklari mevzular var. Sigamiyor iceri, buz gibi havaya ragmen disarda konusuyor, bagiriyor, agliyor.  Bi adam gordum, babasi cok hasta. Uzun zamandir bekleyisteler, iyilesmeler mi ayriliklar mi? O da depoda telefonda konusuyor, ailesinden haber almaya calisiyor. Konusma bitince gozyaslariyla odadan cikti. Isine koyuldu.Hic gozyasi dokmemis gibi. Beklemek mi daha zor, kaybetmek mi?  Bi cocuk var, akrabalari öldü depremde. Kendisi cok gitmese de gormese de, ailesi üzgün. Dolayisiyla o da uzgun.  Baska bi cocuk var. Sevdigi cocuk baska kizi seviyomus. Onlari yan yana gorunce ne yapacagini bilemediginden surekli onlari bulusturmaya calisiyor. Ama cok üzgün.  Bi adam var. Ailesiyle yeni kavustular. Cok mutlu ama dusunceli. Para kazanmasi gerek.  Ben va...