Başkasının hikayesi

Bazen bir film izlersiniz, bir kitap okursunuz; yazarlar ve yönetmenler o kadar iyi iş çıkarmıştır ki kendinizi hikayeyle bütünleşmiş hissedersiniz. Onların acıları sizin içinizi ağrıtır. Bazen onların hikayelerine kendinizi koyar, bazen sadece onlar için üzülürsünüz. Onlar için ağlar, onların yerine ağlarsınız. Ben bir film içinde değildim ama bazen onlar için, bazen onların yerine ağladığım bir hikayeye şahit oldum. Daha fazlasını yaşadılar, bu kadarını anlatabildim.

Bu hikayede şehirlerin, mekanların, hatta üçüncü kişilerin bir önemi yok. Önemli olan sadece iki kişi var: Çınar Yıldırım ve Selma Kahraman.

Selma ve ailesi uzun yıllar bizim mahallede yaşardı. Ondan yaşça çok büyük değildim ama çocukluğunu bilirim. Tek başınayken kedi gibi ama suç ortağı Ensar ile beraberken küçük bir şeytana dönüşen bir kız çocuğuydu. Ensar yokken onu ağlatmak dünyanın en kolay şeyi olurdu ama Ensar'la beraberken hiç yanımıza uğramaz, iki haylaz, dünyada sadece ikisi varmış gibi başka kimseyi aralarına almazlardı.

Ensar'ın ailesi İzmir'e taşındı. Mahallede Ensar'dan başka kimsesi olmayan bu kız başkalarıyla arkadaşlık yapmaya başladı, kimseyle bir daha öyle arkadaş olamadı ama aramıza karıştı. Hep beraber büyüdük, gezdik, eğlendik. Üniversitede okurken de başka bir yere gitmedi. Hep bizim mahallenin kızı olarak kaldı.

Üniversiteye başladığı yıl, Ensar'ın oturduğu müstakil evin yerine yapılan apartmanlardan birine üç erkek öğrenci taşındı. Mahalleli ilk başta bu çocukları istemese de, sonradan zararsız tipler olduklarını anlayınca ses etmediler; hatta onlara kucak açtılar. Çocuklardan Hakan mimarlık, Çınar ve Yusuf mühendislik okuyordu. Hepsi zeki ve ahlaklı çocuklardı. Hiçbir rezalete sebep olmadılar hatta bizden biri oldular. Zamanla bizim tayfa da arkadaş oldu onlarla. Bazı akşamlar onların evine gider, evlerini kahvehaneye çevirdik. 

Bir yaz halk konserlerine giderken onları da davet ettik. Selma o zaman tanıştı oğlanlarla. Hemen iyi anlaştılar. Zaten Selma'nın anlaşamayacağı kimse çıkmazdı. Kendi sınırlarını çizer, oradan içeriye kimseyi almaz ama kimseyi de çok uzaklara koymazdı. Onlarla da iyi arkadaş oldu. Bir akşam Villa Pastanesi'nde hep beraber çay içerken bir şey farkettim. Çınar Selma'ya herkes gibi bakmıyordu. Selma ona döndüğünde yüzünü kaçırıp hemen sigarasına sarılıyor, bizim kız başka tarafa bakarken gizlice ona bakıyordu. Tabii, bu durum beni gülümsetti. Fark etmemiş gibi davrandım. Akşam kızları eve bıraktık, ben de sırf Çınar'la dalga geçmek için onlara kadar yürüdüm. Kolumu omzuna atıp, "Çınar bey kardeşim, hayırdır yahu, anlayalım" dedim. Şaşkınlıkla yüzüme bakıp, "Abi ya" dedi. Utandı. Karanlıktı ama biraz kızarmıştı sanki. Üstüne gitmedim. Zamanla onun içinde büyüyen bu sevgiye şahitlik ettim. 

Yaz bitti, dersleri başladı. O kadar da sık görüşmemeye başladık. Bir kere Selma'yla Çınar'ın mahalleye beraber geldiğini gördüm; sevgili oldular diye sevindim. Ama öyle olmamış. Arkadaşmışlar.

Bir gün Çınar'ın çantasından bir şey alacaktım, bir sürü yara bandı vardı. Sormadım ama o sıralar Selma cam kesmeli bir kursa yazılmıştı, elleri hep yara bere içinde kalırdı, anladım. Hala sadece arkadaşlardı. Çocuklar bir gün kapılarının önüne bırakılan su böreğinin çok lezzetli olduğundan bahsediyorlardı; kim getirmiş haberleri yoktu. O günlerde Selma'nın annesi Ayten teyze de bizim eve börek göndermişti. Hala sadece arkadaşlardı. Birbirlerinden öylesine bile olsa bahsederken sesleri gülüyordu ama arkadaşlardı. Bazen karşılıklı kırık, yarım yamalak cümlelerle anlaşırdılar ama hala sadece arkadaşlardı. Böyle bir dolu detay.

Bir gün bir şey değişti ve Selma'nın artık Çınar'ın olduğu ortamlarda o kadar da rahat olmadığını, hatta orada bulunmak istemediğini farkettim. Çınar da üzgün görünüyordu. Konuştular kesin diye düşündüm; o zaman problem neydi? Çınar'la konuştum, "Boşver abi" dedi. Selma ile konuştum, "Boşver abi" dedi.

Çınar, arkadaşlarıyla kaldığı evden taşındı. Hızla, hiçbir sebep olmadan. Bu arkadaşlarıyla arasında küçük bir problem oluşturmuştu ama sonra yerine birini bularak sorunu çözdü. Bizim iki alt sokaktaki kafede oturmaya gittim bir gün. Ömer abi ortalıkta olmadığından kırmızı koltuk boştu. Oturdum. Bir baktım Selma arkadaşlarıyla orada. Selam verdim, az sonra Çınar geldi. Şanslı bir karşılaşma olmuştu ama onlar öyle hissettiler mi bilemedim.

Çınar'ı masama çağırdım ve zorla da olsa ağzından birkaç kelime almayı başardım. Selma ile aranızda ne var diye sordum.

        "Güzel yerdi kalbi, yaşanılacak yerler arasına koydum," dedi, gözlerine yaş doldu. Derin bir nefes aldı ve konuyu kapattı. Selma'yı görmeye de çok dayanamamış sanırım, erkenden ayrıldı.

Ara sıra arkadaşlarını ziyarete gelirdi, sanki Selma ile karşılaşmamak için özel çaba sarf ederdi ama olur da denk gelirlerse kesin ayaküstü muhabbet ederlerdi.

Aralarındaki bu sessiz ilişkiye dayanamadım, Selma'yı kenara çekip bir güzel azarladım. "Kızım sen ne yapmaya çalışıyorsun?" falan. Dediğinden hiç bir şey anlamadım. Çınar'ı bu kadar düşünüyor, onun iyiliğini istiyor, üzülmesine asla dayanamaz ama onunla beraber de olamıyordu. Şimdi aradan onca geçen yıldan sonra düşünüyorum da, onun derdi kendiyleymiş. Sevilmeyi bilmeyen, sevileceğine asla inanmayan insanları sevmek dünyanın en zor şeyi galiba. Çınar'ın tek günahı da bunu bilmemekti. Hoş bilse de muhtemelen sevmeye devam ederdi.

Ertesi yıl Çınar'ın babası vefat etti. Bu çocuğun gönlü bu kadar yükü nasıl kaldıracak diye dertlendim durdum. Selma'ya haber verdim. İçinde bir duvar çöktü o an, sesi kulaklarıma geldi. Çınar'la konuşmaya hiç cesaret edemedi. Çınar'ın gönlüne, kavuşamamanın üstüne bir de bu uzaklık eklendi. Parmakları arasından sigara düşmez oldu. Galiba iç çekişlerine bir sebep iliştirmek istiyordu. Selma'nın korkaklığı, ikisi arasında inceden yanan ama sönmeyen bir köz bıraktı. Bu közü taşıyan Çınar'dı.

Çınar, Selma'yı unutmaya mı başlamıştı yoksa hiç kavuşulmayan dolayısıyla gerçekleşmemiş bu ayrılık onu çok yorduğundan vaz mı geçmişti, bilemiyorum ama hayatına devam etti. Bir şey demedi, hesap sormadı; öylece bıraktı her şeyi.

Bu sefer iç çekişlerin sırası Selma'ya gelmişti. Önceden onu seven birine karşılık veremeyen o ürkek, suçlu tavırları şimdi birine kalp ağrısı olmanın altında ezilmekle kalmıyor, özlüyordu. Közü taşıma sırası Selma'ya gelmişti. Çoğunlukla gülen yüzü suskun bir yalnızlığa bürünmüştü. En komik şeylere bile sakince gülümsüyor, artık daha loş ortamlarda buluşmak istiyordu. Çınar'ın gözlerinde görmeye alışkın olduğum keder bu sefer onun gözlerine yerleşmişti.

Bir gün defterine karaladığı bir paragraf gördüm:

        "Ruhum yine bin parça. Derin okyanuslar arıyor kendine. Kalbi kırıkların gözlerinde boğulmak                 istiyorum. Ölümüm kırdığım kalplerin acılarına bedel olur mu? Bilmiyorlar ama ellerinde ruhumdan bir parça tutuyorlar. Peki avuçlarına hapsolan ruhumun ızdırabı bir bedel olur mu acılarına? Gökyüzünün sonsuzluğuna bırakmak istiyorum kendimi, bulutlara karışırcasına."

İçimde bana ait olmayan acılar vardı ve onların acılarıyla ne yapacağımı bilmiyordum.

Okullarının son yıllarına gelmişlerdi. Büyümüşlerdi. Çınar, arkadaşlarının evine bir kızla geldi bir gün. Elini onun beline dolamıştı. Onun adına sevindim bir an. Sonunda bir şeyler değişiyordu. Bir gönül hep böyle dert çekemezdi, vazgeçmeyi öğrenmişti. Belki de kavuşmak anlamına gelen o ayrılığı yaşamıştı sonunda. Mutlu olmayı kabullenmişti.

Hep beraber bizim kafeye gidelim dedik. Çınar ve sevgilisi el ele, kafenin önüne geldiğimizde Selma ile karşılaştık. Selma, zoraki bir gülümseme kondurdu yüzüne, selam verdi. Çınar'ın sevgilisiyle tanıştı. Ayaküstü sohbet ettik. Onu da davet ettik, genelde gelip o kafede tek başına oturmayı severdi ama "Bir kahve alıp gideceğim, maalesef zamanım yok," dedi.

Selma'nın küçükken Ensar ortalarda olmadığı hâlini hatırladım. Çok da sevmediği, anlaşamadığı çocuklar içinde tek başına kalmıştı. Sanki o an karanlık bir odaya saklandı. Çınar bunu anlamadı. 

Mezun oldular. Başka şehirlere taşındılar. Hayatlarına devam ettiler. Bu kadar gönül sancısı öylece geride kaldı. Aradan yıllar geçti. Başka zamanlarda ikisine de aynı soruyu sordum: "Hiç olmasın ister miydin?" İkisi de ağladıkları geceleri, düşünmekten kaçan uykularını, ne kadar yürüdüklerini fark etmeden geçen saatlerde ayaklarına inen kara suları, sigaranın yer yaptığı parmaklarını ve daha birçok şeyi özlemle akıllarından geçirdi ve inanmayacaksınız ama aynı şeyi söylediler:

            "Selma/Çınar, yağmur yüklü gri bulutların arasından görünen mavi gökyüzü gibiydi. Bu anıların      hiç olmasını dilemek beni fakirleştirdi."

Onları uzaktan izlemek, uzun, sessiz, yalnız, mutlu ve kalbin daha birçok hâline tanıklık etmek gibiydi. Bu hikaye bitmişti ve dalgalı bir deniz, dingin bir ikindi sakinliğine bürünmüştü. Şimdilerde bu hikaye sadece tanık olanların zihninde hüzünlü gülümsemelerle hatırlanan bir anı olarak maziye saklandı.

Yorumlar

  1. Birinin kalbini yaşanılacak yer yapıp yaşayamamak… dostum sağol üzdün beni yine:))

    YanıtlaSil
  2. "Güzel yerdi kalbi, bir ömür boyu yaşanılacak yerdi...

    YanıtlaSil
  3. Hayaller aleminde yaşayan bir kişiliğiniz var anladığım kadarıyla. Yorucu, yıpratıcı, karmaşık. Hayattan yarına dair beklentileriniz de net değil. Hikayelerinizdeki karakterlerin kararsız davranışları kendinize dair serpiştirdiğiniz en belirgin özelliğiniz bence. Zihninizde de olumsuz bir aşk/sevgi modeli var ve onu da yıkamıyorsunuz. Mutlu sona ulaşamıyorsunuz. Hikayelerinizdeki benzerlikler bunu net gösteriyor. Bir yazar olmayı düşünmüyorsanız çevrenizi değil kendinizi de çok yıpratıyorsunuzdur muhtemelen.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

îki ters bir düz

Boşluk

Kırk yıllık hatır