Budala
Yeryüzü henüz daha küçük bir çocukken, kızıl taşlarla süslüyken, budalanın biri tanrıya savaş açtı. Kazanacağından ümidi yoktu, ama boyun eğmekte fıtratında yoktu. Fakat tanrı güçlüydü, kızıl taşları ve budalayı yaratandı. Bu yüzden budala, etleri kemiklerinden ayrılıp, kızıl toprağa düşene kadar savaşsa da yenildi.
Budalanın ömründe bu savaş yüzyıllar sürdü. Tanrının ömründe saniyeden az. Yorgun düşüp, vazgeçmek istediği çok zamanlar oldu. Başaramayacığını o da biliyordu fakat yenilene kadar devam etti. Etmek zorundaydı. Sonra aklına bir fikir geldi. Tanrıyı yenemezdi belki ama onunla antlaşma yapabilirdi. Tanrıdan özür dilemeliydi ve yaptığı haksızlıkları dile getirmemeliydi. Fakat tanrı her şeyi bilendi. Onun içindekini de bildi.
Budala tanrıya teklifini sundu. Antlaşma istedi. Tanrı buna güldü. Hem de sinirlendi. O kim oluyordu ki kendini tanrıyla aynı kefeye koyuyordu? Tanrı isteseydi ona ölümsüzlük verir de sonsuza kadar işkence çektirirdi. Tanrı isteseydi onu öyle bir yerle bir ederdi ki vücudundaki su damlaları sonsuza kadar bu yok oluşu hatırlardı. Fakat tanrı onu yok etmedi, ölümsüz de kılmadı. Yapayalnız bıraktı. Zira kendini tanrı ile eşit görüp de tanrıya savaş açan bu budalanın hakkı tanrısız kalmaktı.
Ilk zamanlar bu çok güzel geldi budalaya. Aslında kazanmış bile sayılabilirdi. Evet, altınlar, gümüşler, sonsuz gençlik kazanmamıştı ama özgürdü şimdi. Kimseye hesap vermek zorunda değildi. Hayatı yalnızca onundu. Başkasının değil.
Fakat çok geçmeden ne kadar budala olduğunu anladı. O terkedilmişti ama kızıl toprak her zerresiyle tanrıyı anlatıyor, mavi gökyüzü her ışık zümresinde tanrıya teşekkür ediyordu. Kendisini kurtarmıştı ama geri kalan her şey hala tanrınındı.
Sonra yalnızlık dayanılmaz oldu. Bu kadar özgürlük çok ağır bir yüktü. Nereye giderse gitsin dünyanın sonunu bulamıyor, ne aşağısını ne yukarısını bilemiyordu. Bir gün içini amansız bir dehşet kapladı. Buna inanamadı. Çünkü o etleri kemiklerinden ayrılana kadar tanrıyla savaşmıştı da bu kadar korkmamıştı. Çünkü o zaman tanrı vardı.
Bi şey yapmalı, bir çözüm bulmalıydı. Önceleri tanrı onu yaratmıştı, şimdi o bir tanrı yaratabilirdi.
Dünyanın bu çocuk halinde en ihtişamlı görünen kızıl kayalardı. Bir de gökyüzü vardı. Kızıl kayalardan bir gök tanrısı yapmaya karar verdi ve yaptı. Sonra ona dua etti. Af diledi. Esenlikler istedi.
Bütün bunlar olurken tanrı insana bakıp onun budalalığına acıdı. Topraktan bedenine kendi ruhundan üflediği bu canlı, ruhunu satmayı, kendi hücrelerine kulak tıkamayı, kalbinin yalnızlığını ve hatta ruhunu sattığını dahi unutmayı yeğlemişti ama kabul etmemişti, boyun eğmemişti. Budalanın unutkanlıkları ne eksiltirdi tanrıdan ya da ne kattı budalaya? Budalanın unutkanlıkları ne tanrıdan bir şey eksiltti ne de budalaya bir şey kattı. Dünyanın genç zamanlarında ruhlarını satmış budala bedenler öfkelenmeye, yok saymaya, baş kaldırmaya devam etti. Bu da kızıl kayalarla başlayıp, yeşerip mavilenip sonra tekrar kızıla dönecek topraklarda devam edip gidecekti. Ta ki yeryüzünde ruhuna sahip çıkan bi beden kalmayana dek. Kıyameti kim görecek?
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilVarlık ve yaradan ilişkisini psikolojik, tarihsellik ve sosyolojik bağlamında bir kontekste oturtup böyle güzel bir deneme ortaya çıkarılmış olması çok enfes. Etkileyici.
YanıtlaSil