Kırk yıllık hatır
Ben 4 yaşındayken annem öldü. Sessiz bir ölüm oldu. Öylece kalbi durdu bir gün. Sebebi aldığı ilaçlar dediler ama ben inanmadım. Bence sebebi bir türlü üstesinden gelemediği üzüntüydü. Ben tek çocuğum ama benden önce ve sonra toplam 6 bebeğini toprağa verdi annem. Babam gamsız adamın teki. Öylesine alışmış ki her çocuğunun ölmesine, köyden toplu mezar almış. Ben doğunca bana da yer kazdırmış. Ben ölmedim ama mezarım var, boyu ölen umutlarıma küçük.
Annem bana doğum yapacakken, sancısı tutmuş hastaneye götürmüşler. Doktor bugün doğmaz demiş eve göndermiş. İki saat sonra evde doğmuşum. Herkes ölür diye beklerken açlıktan ortalığı inletince tamam demişler, yaşıyor. Ama yine de çok umut bağlamak istememişler. Sağa sola çarptığımda, kaybolduğumda falan hiç öyle büyük olay yapmazlardı. Sağ salim bulduklarında şaşırırlardı. Aslında tam tersi olmasını beklersin ama onları suçlayamam. İnsan hep en çok acıtan yerinden tekrar tekrar yaralanınca tekrar incinmeyi göze alamıyor. Neyse. Zaten küçücük yaşta annem ölünce benim varlığım babamın çabucak yeniden evlenmesi için enfes bir bahane oldu. Annemin ölümünün üstünden 40 gün geçmemişti ki, babam çok da uzun sürmeyen bir evlilik yaptı. Aylık bir miktar bakım ücretiyle, beni teyzeme verdiler. Teyze anne yarısıydı. Teyzem de ancak annemin beni sevdiğinin yarısı kadar sevebildi.
13 yaşına gelince babam bana bakmaktan sıkıldı ve teyzeme para vermeyi kesti. Bir gün okul çıkışı baktım olan 4 parça eşyam kapının önünde, bana babamın evine gitmemi söylediler. Gelinlik kız değildim ama 13 yaşında babamın evine gönderilmek üzere kovulmuştum. Gittim. İki sene zor dayandım ve 15 yaşında evi terk ettim. Kimse peşimden gelmedi. Beni aramadı. Neredesin diye soran olmadı. Hatta bir süre sonra babamla yolda karşılaştık, durdu bana baktı, birkaç saniye sonra yoluna devam etti.
Sonrasında tahmin edebileceğiniz gibi bir hayatım oldu. Bir börekçide çalıştım. Patron yer verdi, orada kaldım. Adamın 2 kızı vardı, zamanla beni oğlu yerine koydu. İlk defa ailem oldu o zaman. Tabii her zaman yerimi bildim. Bildirdiler. Asla kimseye saygısızlık yapmadım. Nazlanmadım. Bana verdiklerinden fazlasını beklemedim. Sonuç olarak ben kimsesiz bir adamdım. Bir işleri düştüğünde severek yanlarında oldum. Kızların düğününde kuşaklarını ben bağladım. Beni zorla dershaneye gönderdiler. Sınava girip mühendislik kazandım. Gurur duydular. Evden ayrıldım.
Hayatımda yeni bir sayfa açıldı.
Hem ders çalışıp iyi notlar alıyordum, hem derslerden sonra restoranlarda çalışıp para kazanıyordum. Uzun boylu, yakışıklı bir çocuktum. Hayat biraz yorucuydu ama oldukça mutluydum. Kimseye minnet etmem gerekmiyordu. Yeterince param, iyi bir arkadaş çevrem, ve iyi bir ortalamam vardı. Bir öğrencinin sahip olabileceği çok şey, hatta belki fazlası.
Yeni dönem kayıtları başladığında sınıfa, bizim fakülteden olmayan insanlar geldi. Matematik-fizik bölümü öğrencileri bizim fakülteden ders almaya başladılar. Biz genellikle mimarlarla takılırdık ama başka bölümlerden insanların gelmesi ortama bir canlılık kattı. Çevremiz genişlemeye başlamıştı. Teknik olarak çoğumuz sessiz, biraz içine kapanık, iletişim becerileri çok iyi olmayan tiplerdik ama gençtik ve sosyalleşmeye açıktık.
......
Fizik bölümünden Süreyya da bizimle ders alanlar arasındaydı. Onu ilk gördüğümde birkaç saniyeliğine nefesim kesilmişti. İlk görüşte aşk böyle bir şey mi bilmiyorum, olabilirdi. Süreyya benim için hakikaten yıldız gibi bir kızdı. Kalabalıklar içinde dikkat çeken bir tek başınalığı vardı. Yani yalnız ve hüzünlü değil, mağrur da değil, anlatamadığım bir farklılık. Onu tanımıyorsanız muhtemelen varlığını fark etmezdiniz, gözünüzün önünde olsa bile göremeyebilirdiniz ama bir kere muhabbet etmişliğiniz varsa, birden bire var olurdu ve her yerde gözünüze ilk o çarpardı.
Kısa kıvırcık saçları vardı Süreyya'nın, bir de genelde burnunun kemerinde duran kocaman gözlükleri. Eğer gözlerinin içine bakacak kadar yakınında oturabilirseniz, dışarıdan elaya çalan gözlerindeki enfes detayları görebilirdiniz. Kocamandı gözleri. Kirpikleri, aman Allah'ım, o kirpikleri! Pencere kenarına oturduğunda yüzüne gölge yapardı. İltifat almayı hiç beceremez, birisi ona güzel bir şey söyleyecek olsa hemen kızarırdı.
Bizim grubun kızlarla takılması bir avantaj olmuştu çünkü o da gelip bize katıldı. Çoğunlukla beraber zaman geçirirdik, sınav dönemlerinde neredeyse beraber kütüphanede uyur, yaz akşamları kafelerden çıkmazdık. O hep benim için ekstra kalem taşır, yemekhanede iki kişilik yemek alır, ben yaz kış fazladan ceket taşırdım. Bazen bilerek ceketi vermez, gelip koluma girsin diye bahane yaratırdım.
Birisi onu arayacak olsa Ömer'e sorun, beni ararlarsa Süreyya'ya sorun derlerdi. Her şey yolunda giderken bir şeylerin bozulma vakti gelmişti sanırım. Her şey her zaman bu kadar yolunda gidemezdi. Süreyya'yı tahmin edebileceğinizden çok daha fazla seviyordum. Aramızda açıkça arkadaşlıktan fazlası vardı, hatta başkalarına sorsanız sevgiliydik ama bizce öyle değildi. Çünkü bana göre, kimseyi sizi terk edecek bir konuma koymazsanız sizi terk edemezdi ve onun için de beyan esastı. İnternet sitelerinde insan olduğunuzu kanıtlamak için "robot değilim" tuşuna basmak gibiydi onun için her şey. Uğrunda ölebilirdiniz ama ağzınızdan çıkmayan sözleri asla varmış gibi kabul etmezdi. Dolayısıyla sadece biz değil, travmalarımız da oldukça uyumluydu.
Artık ona olan sevgimle ne yapacağımı bilemez bir hale gelmiştim. Yanındayken özlemek klişesini anlıyor, yan yana yürürken ellerimizin ayrı olmasını kaldıramıyordum. Birisi ona fazladan yakın davransa, yüzünün ortasına iki yumruk çakasım geliyordu.
Bir gün kale gibi yüksek duvarlarımdan ona bir pencere açtım ve onu sevdiğimi söyledim. Öyle aniden oldu. Planlama fırsatı bulamadım, diyeceklerimi kafamdan geçiremedim. Pat diye söyledim. Önce bir şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi. Sonra alttan alta gülüp, "O zaman sana bir kahve ısmarlayayım, kırk yıl hatırım kalsın," dedi. "Ben de seni" demiş kadar oldu.
İkimiz de çok bilmiyorduk bu sevgililik işlerini, içimizden geldiği gibi yaşıyorduk. Hesapsız, plansız. Beni o kadar çok seviyordu ki azıcık hasta olsam oturup başımda saatlerce bekler, ben iyi değilim diye hüngür hüngür ağlardı. Bizim çocuklar benim aile durumumu bildiğinden pek konusunu açmazlardı ama birisi bu konuları açınca gidip ona sımsıkı sarılıp teşekkür etmek gelirdi içimden. Beni ailemin yerine de sevdiği için. Beni herkesten ve her şeyden çok sevdiği için.
Dışardan bakınca saçma görünen bir ilişkimiz vardı. Sürekli kavga ederdik. Tabii bu kavgaların hiç biri birbirimize olan sevgimizden büyük değildi. Sevgililiği pek beceremiyorduk belki ama sevme konusunda ikimiz de birer uzmandık.
Bir gün Süreyya'nın fakülte binasına gittim, onu almak için. Çok tatsızdı ama bir şey demedi. Galiba ağlamıştı da. Sordum, söylemedi. Akşamında sınıf arkadaşlarına sordum, bir şey bilmediklerini söylediler. İyice içime dert düştü. Ne oldu bu kıza? Birkaç gün sonra telefonu masanın üstündeyken bir mesaj bildirimi geldi. İstemeden görmüş oldum. Dallama bir lab asistanları vardı. Mesaj ondan. Ne oluyor diye sordum, üstü kapalı "biraz fazla samimi davranıyor ama sevgilim olduğunu söyledim, şimdi problem yok" dedi. Tabii ki problem vardı. Adam resmen tehdit ediyordu bizimkini. Sinirime hakim olamadım, bir hışımla çıktım kafeden, Süreyya peşimde beni durdurmaya çalışıyor. Bizim çocuklardan ikisi gördü yolda, onlar da katıldı. Adamı tam çıkarken yakaladık. Bizim arkadaşlardan biri baya zeki biriymiş anlaşılan. "Takip edelim, okul dışında dövelim" dedi. Öyle de yaptık. Adamı evinin önünde bir güzel hırpaladık. "Bir daha seni Süreyya'nın yanında yöresinde görürsem bu kadar kolay kurtulamazsın" diye de tehdit ettim. Şerefsiz o tarihten sonra kızın bütün lab notlarına düşük not verdi. Neyse ki bölüm başkanına falan gidince dersten geçebildi. Ama itiraf etmek gerekirse Süreyya'nın gözünde konum atladım. O olaydan sonra sanki tamamen benim olmuştu. Bana sonuna kadar güvendi ve ben bu adamla yaşlanırım dedi kendi kendine. Benim korkularımın gün yüzüne çıkmaya başladığının resmiydi.
Bir gün, "seninle önemli bir şey konuşmam lazım" dedi. Ailesine benden bahsetmiş. Bir kız kardeşi vardı. Onunla ve annesiyle tanıştım. Çok da tatlı insanlardı. Annesi bana "oğlum" diye hitap ediyordu. Bir taraftan böyle aile ortamına girmek hoşuma giderken bir taraftan sanki omuzlarıma bir yük biniyormuş gibi hissediyordum. Çünkü ilişkimiz ciddi bir hal almaya başlamıştı. Bir an geliyordu onsuz yaşayamam diyordum, bir an geliyordu ben aile kurmaktan ne anlarım düşüncelerinden uyku tutmuyordu.
Arada Süreyya sıkıldığımı anlayıp, "rahatsız oluyorsan ailemle görüşmek zorunda değilsin" diyordu. Bunu duymaktan nefret ediyordum. Eğer bir gün aile kuracaksam bu kesinlikle onunla olacaktı.
Bazen evlendiğimizi hayal ederdim. İki çocuğumuz olmuş. Büyüğü oğlan, küçüğü kız. Abisi kardeşine göz kulak olsun. Oğlan anneci, kızım babacı. Olaki aramızda bir tartışma çıksa, oğlan annesine "ben sana bakarım, bırak bu adamı" diyor, kızım, "ben de babamla kalırım" deyip elimi tutuyor. Tabii biz hemen çocuklara kıyamayıp, barışıyoruz. Hayali bile güzel.
Hayali güzel, güzel olmasına da bir de gerçekler var. Bu kadar sevgiyle ne yapacağımı bilemeyecek kadar çok seviyordum onu ve asla bir aile kuramayacağımdan da kendimden hiç olmadığım kadar emindim.
Bitik bir haldeyken, bölüm hocalarından biri Almanya'da bir labda yaz stajından bahsetti. Hemen kabul ettim. Hocaya da bunun aramızda kalmasını ve başka kimsenin bilmemesini rica ettim. Saçma geldi ama aramız iyiydi, Süreyya ile ilgili olduğunu anladı, üstelemedi.
O yaz Süreyya'ya hiç haber vermeden, öylece çekip gittim. Ama hocama, ona ben gittikten sonra haber vermesini rica ettim. Hiçbir şey dememiş. Haber verdiği için teşekkür edip gitmiş.
Almanya'ya geldim gelmesine de, aklım hala Türkiye'de, daha doğrusu Süreyya'da. Kafamı toparlayamıyorum, çalışamıyorum, sürekli hatalar yapıyorum. Hocalar ilk başta "you are just homesick", zamanla daha iyi olur dediler. Bu kısmen doğruydu, Süreyya benim evimdi ve evimi özlemiştim ama bence pek de iyiye gidecek gibi değildim. Sürekli online olarak onu takip ediyor, ortak arkadaşlarımızdan haber alıyordum. "Hep gözleri şiş geliyor derse, yaz dersi almayı bıraktı." dediler. Benim iyi olduğumu da ona söylemelerini rica ettim. Bizimkiler bunu bencilce buldu ama ben biliyorum, o şimdi hem bizim için çok üzgün aynı zamanda iyi miyim diye merak ediyordur.
Yaz bitti. Onu çok özlemiştim. Ama geri dönecek gücü bulamadım kendimde. Gitsem ne diyecektim ki? Bir daha bana asla güvenmezdi. Aramıza duvarlar örmüştüm. Bir gün evlenip, çoluk çocuğa karışsak bile beni asla tam olarak affedemezdi, severdi ama güvenmezdi. Hep bir gün onu bırakacağımı düşünür, bırakana kadar da "mış" gibi yaşayıp giderdi. Ben de kendime asla güvenmiyordum. Evlenip, çoluk çocuğa karışsak bile, hiç gitmem diyemiyordum. Bu gidişlerin sebebi biz tanışmadan çok önce yazıldı. Ama insan bir noktada travmalarının üstesinden gelmeli. Hayatımızın ilk 15 yılı bütün hayatımızı oluşturamaz. Öyle olsa bile sanırım ben bunu düzeltmek için olan tek şansımı, bile bile katletmiştim.
Okula Almanya'da devam ettim. Süreyya'yı hiç aramadım. Orada mezun oldum ve kalmak istedim ama tabii ki son kez okula gidip, derslerimi saydırmam, diploma almam ve kalan eşyalarımı falan dağıtmam gerekiyordu. Korkunun ecele faydası yoktu. Gittim. Önce arkadaşlarla buluştum. Hasret giderdik. Ertesi gün okula gidip işlerimi halletmek istediğimi söyledim ama Süreyya ile karşılaşmak istemedim. Onlar da biz plan yapıp onu oyalarız dediler. Bu içimi rahatlatmadı. Onunla karşılaşmak en çok korktuğum şey olsa da onsuzluktan ölecek gibiydim. Özlemenin bir sınırı yokmuş onu anladım. Almanya'ya ilk gittiğim zamanlar bu özlem sürekli kanayan bir yara gibiydi. Şimdi kabuk bağlamış ama sızısı artarak devam eden bir şeydi. Kurtulmak için kalbimi sökmem gerekirdi sanırım.
Ertesi gün okula gittim. İşlerimi bitirmek üzereydim, buluşmak için sözleştiğimiz bir hocamızın odasına girecektim ki, kapıyı Süreyya açtı. Dışarı çıkıyordu. Bir an ona sarılacak gibi oldum ama kendimi zor tuttum. İkimizin de gözlerine yaşlar doldu. O an göğsümdeki acıyı galiba bir tek Süreyya anlar. Zannediyorum kalbimin ortasına bir bıçak soksalardı acısını hissetmezdim. Bazı acıların üst sınırı da yokmuş, onu da öğrendim.
Hiçbir şey demedi. Yüzüme baktı ve gözlerindeki yaşları da alıp gitti. Yaptığıma artık daha fazla dayanamıyordum. Yürürken bir sokak kavgasına denk geldim. Kendimi ortasına atıp, iki tarafa da birer yumruk salladım. Birbirlerini bırakıp beni bir güzel dövdüler. Bunu Süreyya'nın yerine yapsınlar mı istedim yoksa daha iyisini bilemediğimden mi bilmiyorum.
Kabuk bağlayan yaram bir kere daha açıldı. Gidip ona her şeyi anlatmaya karar verdim. Aradım, açmadı, mesajlarıma cevap vermedi, kapısına gittim, oralı olmadı. Beni aynı şehirde terk etme sırası ondaydı. Kaç gece kapısının önünde bekledim. Bir kere camı aralayıp bakmadı. O yüksek lisansa başlamıştı. Bir sene daha oradaydı. Ben geri dönmek zorundaydım. Bir kere daha gittim. Aslında bekleseydim bir şansım olabilirdi. Ya da o bir kere açsaydı o camı. Ama yapmadık. Onu yeniden kaybettim.
O mezun oldu. Zaten bir beyaz eşya firmasında yapmıştı stajını, orada devam etti. Hep haber aldım. Bir ortak arkadaşımın bütün sosyal medya hesaplarını kullandım. Süreyya'nın paylaştığı her resim, her hikaye telefonumda kayıtlı. Ertesi yıl bir kaza geçirdi, kendimi tutamadım, Türkiye'ye gittim. Birkaç gün yoğun bakımda kaldı.O sırada görmeye gittim. Kardeşi beni görünce öyle bir sarıldı ki sanki üzüntüsünü bir tek ben anlayabilirdim. Aslında öyleydi de. Bir ara onunla yalnız kalmama izin verdi. Yanına uzandım azıcık. Yanıp kül olabilirdim o an. Hangisi daha ağır bastı anlamadım, özlem mi, "ya ona bir şey olursa" korkusu mu? Kız kardeşine sıkı sıkı tembihledim, geldiğimi söylemesin diye. İyileşti şükür. Ama o hastaneden çıkana kadar geri dönmedim. Hastanede yanına geldiğimi hiç bilmedi ya da ben öyle sandım.
Yıllar geçtikçe hayata karıştım ve alıştım. Sevgililerim oldu, terkettim, terkedildim, mutlu olduğum zamanlar da oldu, ölümün eşiğinden döndüğümde. Evlendim. Uzun sürmedi evliliğim. Sonra Süreyya'nın da evlendiğini duydum. O gün 40 küsur bin adım atmıştım, farkında olmadan. Bir an daha fazla adım atamadım, olduğum yere yığıldım kaldım. Belki saatlerce ağladım ve hayatımda bir devir kapattım.
İki çocuğu oldu Süreyya'nın, bir oğlan bir kız. Hayat ikimiz için de devam etti, ama ayrı ayrı.
Sonra şunu öğrendim, en büyük acılar unutulmasa da onlarla yaşanılıyor, belki de unutuluyor, bilemiyorum. İnsan yeniden sevebiliyor, aynı kişiyi ömür boyu sevebiliyor. Ne kadar manasız durumda olursa olsun, içten içe umut etmekten hiç vazgeçmiyor. Yaşanan en talihsiz olaylar geride kalıyor. İnsan her gün kendine bir şey katıp, azar azar eksiliyor ama hayatına devam ediyor.
Yıllar sonra Türkiye'ye geri döndüm. İkimiz de İstanbul'da yaşıyoruz. Geçen gün Moda'da karşılaştık. Yine gözlerimiz doldu. Bu sefer tatlı bir özlemden. Sarıldık, artık birbirimize kin duyacak gücümüz yoktu. Saatlerce konuştuk. O da kocasından ayrılmış. Oğlan üniversiteyi okumaya yurt dışına gidecekmiş, kız liseye başlıyor. Hâlâ ilk başladığı şirkette çalışıyormuş, "biliyorsun ben kovulmadan gitmeyi beceremem" dedi. Kadın milleti hep aynı. İlla bir laf söyleyecek. Ben onun beni günlerce sokakta inletmesinden bahsetmedim ama hiç. Neyse.
Başka bir gün kahve içmek üzere sözleştik. "Öncekinin hatırı kalmadı,"..
Enfes bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBence betimlemelere daha yoğunlaşmalısınız. İçinde hissettiği sevgiyle kelebekler gibi uçtuğunu, ağladığında yanağından süzülen gözyaşının yanağını yakıp kavurmasını, insanın üzüldüğünde içinde oluşan boşluk hissi ile beraber yaz ayı ortasında bile içini ısıtamayışını vs. yoğun bir şekilde okuyucuya geçirseniz daha başarılı olur diye düşünüyorum.
YanıtlaSilCok basarili degikim o konularda ama tesekkur ederim tavsiye icin
SilNuri Bilge Ceylan’ın filmlerini izleminizi tavsiye ederim naçizane. Bir elmanın dalından düşüp derenin içine kadar yuvarlanışını bile anlatır. Betimlemelerinizi geliştirmenize faydası olur diye düşünüyorum. Tabi o tarz filmleri seviyorsanız. Bir zamanlar Anadolu’da ilk izlediğim filmiydi ve çok sevmiştim şahsen.
SilBir durumu anlatan yazı kaleme alsanız nasıl olur acaba? Mesela Aşk’ı anlatsanız. Bir aşkın başlangıcından yükselmesine, zirveden inişine/bitişine kadar sanki bir olay örüntüsü gibi yazsanız nasıl birşey ortaya çıkar acaba?
Thank you🩷🩷
Silherkes ölür ama herkes yaşamaz denir ya, işte hayat keder yüklü yıllar ve hatıralar oluverir bir çokları için...tutunamayanlar...kavuşamayanlar...hüzünler... duyguların ve hayatların çok ince ve güzel işlendiği güzel bir hikaye olmuş. Enfes.
YanıtlaSilOlay gerçek mi? Hayal ürünü yada kurguysa da güzel kurgu. 🤙❤️
YanıtlaSilKurgu ama etkilendigi gercek anilar var tabi. Tesekkur ederim:)
YanıtlaSil