Bunalti
Otuzlu yaşlarına basmasindan degilde ruhunun 87 yaşında dogmasindan mütevellit cok da genc sayılmayan kadin bunaltici buhranlardan uyanamadığında, uyansaydı Gregor Samsa gibi bi böceğe dönüşüp dönüşmeyeceğini merak etti. Metamorfoz onun en sevdigi kitaplardan biriydi ve digerlerinden farkli olanlarin deneyimlediği, butun insani hak ve özgürlük savunucularinin sosyal medya hesaplarından itina ile kinadigi ve hatta bazen durumu iyilestirmek adina eylemlere katılıp kongreler düzenlediği, gercek dunyada sahte 20 dolarin ölüme sebep oldugu kavramlar bi böcek gibi hissetmekten daha iyi anlatılamazdı. Gregor Samsa’nin kendisine babasi tarafindan fırlatılan elmanin saplandığı yerde curuyup, onun ôlumune sebep olmasi da en az bu dunya kadar gercek bi sondu ve takdiri hak ediyordu.
Bu hikayenin konusu toplumsal sorunlari iğneleyici bir dille dile getirmek degil aksine gerceklik, var olmak yada olamamak, istediginde var olmak istediğinde olmamak olsundu. Kendisin de kafasini hayli meşgul eden bu varoluşsal ikilemler elbette baska insanlarin da aklini çeliyor ve konuyla alakali enfes seyler ortaya koymaya itiyordu. Hep ruyalarda görülen bi takim insanin boyut değiştirip “gercek” dediğimiz dunyaya gecmesi yada yaşanan butun gerceklerin aslinda bi kisinin dusleri olmasi gibi.
Descartes’in cogito söylemi “Dusunuyorum, oyleyse varim” bu ihtiyar ruhlu kadinin beyinde kuyruklari birbirine değmeden cirit atan düşüncelerin birbiriyle carpismasina, yeni ürünler veren kimyasal reaksiyonlara sebep olmasina ve hatta kucuk bi beyin orgarzmi yasamasina sebep oluyordu. Bu lafin asil cikis noktasi yada aslinda varılmak istenmeyen baska noktalar hakkinda saatlerce düşünebilir ve hatta konuşabilirdi de. Dusunuyorum, oyleyse varim. Yani düşünmezsem yok muyum? Baskasi beni düşününce de varim. Varsam kimim? Kendi dusundugum gibi miyim yoksa baskasinin beni dusundugu gibi mi? Kisi kendinden bilir isi diye guzel bi atasözümüz var yani herkesi kendin gibi bilmek. Yani bi suru başka insan beni kendisi gibi biliyorsa aslinda bi suru farkli kisi miyim? Olmak zorunda miyim? Hrep deniz kizlarinin var olmasini istedim, onlari dusunursem onlar da var midir?
Bazi bilim insanlarina gore felsefik ama bi cok bilim insanina gore de gercek olma ihtimali oldukca yuksek olan paralel evrenler teoremi sonsuz sayida evrenin varlığından bahseder. Matematiksel olarak evren butunsel bi sistemdir ve sistemin parçaları birbiriyle iliskilidir. Yani bizim icinde yasadigimiz yansima diger evrenlerle iliskili olabilir.
Gelecekten gelen bi kurtaricinin gunumuzde olacak olan kotu bi olayi değiştirip kendi zaman çizgisine geri gidip gidemeyecegi sorunu, kurtaricinin olayi degistirdiginde yeni bi zaman çizgisi olusmasina sebep olup, farkli bi zaman çizgisindeki ayni gerceklige geri dönebileceği ihtimali ile cozulur. Bazi felsefik yaklasimlar diğer evrenlerin bizimki ile ayni oldugunu, icinde yasayan insanlarin bizim yansımamızla ayni kisiler oldugunu ama yaptiklari secimlerin farkli olmasindan dolayi farkli hayatlar yasadiklarini soyler. Bu yasli ruhlu kadinda insanlarin yaptiklari her tercihte yeni bi gerceklik olusturduguna inanıyordu. Mesela o üniversite sınavına girdiğinde listesinde toplam 13 tercih vardi ve 13 tercihin hepsini teker teker yaşadığı başka bi evren vardi. Insanlarin yaptiklari tercihlere gore yollari birden fazla evrende kesisebilirdi yada bir evrende evlenip 11 cocuk sahibi oldugu adami baska bi evrende hic tanimayip, bi diger evrende onun olumune sebep olabilirdi. Ve bu kadina gore icsel kotuluk degismezdi. Bir evrende yaşadığı butun olumsuzluklar neticesinde katil, hirsiz, tecavuzcu olan biri kendisine inanilmaz guzel imkanlarin sunuldugu ve cok rahat yasadigi bi evrende de kotu birisiydi ve ayni sucu islemesede onun icinin pisliğini ortaya cikaran biseyler kesin yapardi ve bu düşünce ahirette “Allahim bana daha rahat bi hayat sunsaydin be hirsiz olmak zorunda kalmazdim” gibi itirazlarin onunu kapatip, melekler tarafindan butun evrenlerde karistirilan haltlarin CATTT diye masaya carpilmasiyla engelebilirdi. Kotuluk evrenseldi ve butun evrenlerde sekil degistirsede mayasi hep ayniydi.
Yakin zamanlarda bi arkadasi ona “hocam” diye hitab edilen bi adamdan bahsetmişti. Bu turuncu sacli kivir bas beyefendi neuroformat diye bi isler peşindeydi ve yaptığı herseyi tek bi cümleyle aciklamak mumkundu, “İnanirsak olur bence”. Bu yeterince açıklayıcı olmadıysa soyle bahsedeyim, bu, tam olarak alaninda nasil uzman oldugunu anlamadigimiz uzun sac, insanlarin hastalıkların daha once yasadigi travmalar sebep oldugunu ve traumanin cozulunce hastalığında geçeceğini anlatiyordu herkese. Mesela ellerinde egzama gibi bisey cikan bi beyin kucukken annesinin elinden koparılıp yatili okula kaydedildiğini ve yaptigi demolarla bu travmayi cozup zavalli adami egzamadan kurtarmak gibi kutsal bi takim isler icindeydi. Her konuşmasında kendisinden acayip emin, dedikleri inanilmaz sacma olsada ben bu isi biliyorum abi tavırları ve bi sekilde ben hakkinda cok bilgi sahibi olmadigim seylerden bahsetmem deyip anne ve cocuk arasindaki bagi kuantum fiziğiyle aciklamaya calismasi kadinin adamin müridi olmasini kacinilmaz kılıyordu. Tabiki her isini yarim yapip hayatta hic bi istediğini tamamlayamayan bu kadinin müritligi de ancak isirilmis bi elma kadardi. Kadin bu sefer inanmasa da kendisini artik boyle metafizik olguların icine atmak, istedigi seyleri dusunce gucuyle gerceklestirmek, tanismasi bile imkansiz olan, begendigi beyle zihin gucu sayesinde tanışmak ve fazla kilolarindan kurtulmak istiyordu. Kendini buna hazirladi, Inanirsam olur bence!
Ama hayat onun istedigi seylerin tam tersini karsisina cikarmak konusunda tam bi efsane idi. Mesela cok tanismak istedigi biri olmasina ragmen bunun hic bi zaman gercek olamayacağından emindi ve bu yuzden arkadaşlarının onunla tanıştırmak istediği kisilerle tanisma fikrine acikti ama cok umursadigi bi konu vardı, boy. Tanistigim kisi oyle selvi boylu olmasada en azından ondan bi on santim uzun olsa iyi olurdu ama kendisiyle tanıştırılmak istenen beylerin hemen hepsi kendisinden ancak iki yada uc santim uzunluktaydı. Tabi bazen bu takıntısının commitment korkusuyla yada kendisini inanilmaz cirkin bulmasindan dolayi, onu hic gormemis birinin onu begenmeyecegini dusunmesi sonucu bahane üretmesi oldugunu da dusunmuyor degildi.
Aklina Uzun ihsan efendi geldi. Bu adamin ve cevresindekilerin yasadigi dunya adamin dusuncelerinden ibaretti ve bu adam kendi düşüncelerinde kensinin burnunun ve kulaklarinin kesilmesini, gözlerinin yerinden oyulmasini, oglunun yuzunun paramparca olusunu düşleyip bunu gercek kilmisti. Acaba bu kadin da hep korktugu seyleri cok dusunup onlari gercek mi kılıyordu? mesela hayatta en korktugu sey yalniz kalmakti ve yillar sonra kis abi süreliğine de olsa annesiyle buluşma ihtimali dünyayı saran bi pandemi yuzunden hayal kirikligi rafinda yerini aldi. Kucucuk bi bulusma istegi koskoca bi pandemiye sebep olmuş olabilir miyidi gercekten? Ikinci korkusu çirkinlik ve onu fiziksel olarak cirkin kilan ozellikleri vardi, kilo almak, köyde Allah a emanet dogumunun ve annesiyle arasinda olan kan uyusmazliginin sebebi olan şehla göz ve koca burnu gibi ve korku üçlemesinin sonuncu basarisizlik. Bu konuda o kadar da kotu sayilmazdi ama hayat onu basarisizlik kulvarinda da yere sermek icin onune surekli yeni bi challenge getiriyor, her sene yeni bi alanda birseyler ogrenmek zorunda kalıyordu.
Eger uzun sac beyefendinin dedigi gibiyse inanirsak olmaliydi. Eger kotulugune inandığı her şey gerçek oluyosa iyiliğine inandigi seyler de gercek olmaliydi. Olabilirdi.
Artik bu hikayenin sonu gelmeliydi. Zaman sadece şimdiki zaman olmaliydi ve gelecegi de gecmiside unutmaliydi. Unutmasa da bunların bi onemi olmadigina kendini ikna etmeliydi. Zaman simdiki zamandi.
Yorumlar
Yorum Gönder